Skip to main content

Türkiye'de İş Kazaları...

Özellikle maden alanında geçmişte yaşanan bu kadar kötü tecrübeye karşın, hala bu kazaların önüne geçilememesinin temel nedeni sizce nedir?

Ülkemizde iş kazaları hız kesmeden devam ediyor. Türkiye’de son dönemlerde sadece maden alanında değil hemen her alanda iş kazaları arttı.

Ülkemizde iş kazaları ne yazık ki her geçen gün “istikrarlı” bir şekilde artıyor. Bu durum, işçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili geldiğimiz yeri göstermekte. Son olarak Türkiye Taşkömürü Kurumu’na ait Amasra Taşkömürü İşletmesi Müessesesi’nde 14 Ekim 2022 günü, saat 18:00’ı takip eden dakikalarda yaşanan grizu patlaması üzerine 41 işçi hayatını kaybetti. Patlama 16:00-00:00 vardiyasında çalışmakta olan 110 işçiyi doğrudan etkiledi.

Genel olarak ülkemizde yaşanan tüm iş kazalarının temel nedeninin mevzuat eksikliği, teknik sorunlar ya da bireysel hatalar olduğunu söyleyemeyiz.  Örneğin; maden alanında yaşanan kazalar bireysel hatalar sonucu oluşmuyor. Sadece teknik tedbirsizliklere dayalı ya da mevzuat yetersizliği sonucu da maden kazaları meydana gelmiyor. 

Bu kazaların her şeyden önce sosyal, politik ve iktisadi boyutları var. Sosyal devletin ortadan kaldırılması, kamu değerlerinin özelleştirilmesi, aşırı üretimin zorlanması, çalışanların güvencesizlik içine itilmesi kuşkusuz madencilik sektöründeki en hızlı ve en acımasız tablolar arasında.

Kuşkusuz, madencilik zor, yıpratıcı, yüksek oranda risk taşıyan ve bilgi, deneyim, uzmanlık ve sürekli denetim gerektiren, dünyanın en ağır iş kollarından birisi. Buna rağmen ülkemizde madencilik alanında mevcut deneyim birikiminin yok edilmesi, maden işletmeciliğinin yetersiz, donanımsız ve deneyimsiz kişi veya kuruluşlara bırakılması; kısa sürede yüksek kâr sağlamak amacıyla yapılan üretim projeleri, hızlı ve yüksek kazanç için yapılan üretim zorlamaları, bir yandan yetersiz, liyakatsiz kişilerin siyasal amaçlarla kilit mevkilere atanması ve diğer yandan da; bilinçli işçi denetiminin mevzuata bile gir(e)mediği  üretim alanlarında kamusal denetimin iyice gevşetilmesi kazaların kaçınılmaz( !) hale gelmesine neden oluyor.

Özellikle 80‘li yılların başından itibaren uygulamaya konulan özelleştirme, taşeronlaşma, rodövans vb. yanlış uygulamalar; kamu madenciliğini küçültmüş, kamu kurum ve kuruluşlarında uzun yıllar sonucu elde edilmiş olan madencilik bilgi ve deneyim birikimini dağıtmıştır. Yoğun birikim ve deneyime sahip olan kurum ve kuruluşlar yerine üretimin, teknik ve alt yapı olarak yetersiz, deneyim ve uzmanlaşmanın olmadığı tekil sermayenin azami kâr hırsına bırakılması, bir maliyet unsuru olarak görülen işçi sağlığı ve güvenliği önlemlerinin hızla terkedilmesine neden olmuştur. Buna bir de kamusal denetimin ve yaptırımın yetersizliği de eklenince facialar birbiri ardı sıra gelmeye başlamıştır.

 

Bu temel neden sizce hangi tarafın kusuru neticesinde ağırlıklı olarak ortaya çıkmaktadır, bu konudaki düşünceniz nedir?

Madenciliğin kendine has sorunları ve çözüm önerileri göz önünde bulundurularak, bu sektöre dair spesifik önlemlerin “evrensel düşün yerele uygula” mantalitesine göre ve muhakkak ki işçileri gözeten bir yerden doğru uygulamaya geçmesi gerekmektedir. “Toplumsal kamuculuk anlayışıyla” çalışanların bütününü kapsayacak bir işçi sağlığı ve güvenliği sistemi hayata geçirilmelidir.

Kuşkusuz işçi sağlığı ve güvenliği çalışanların sadece işletmelerdeki faaliyetlerini kapsamamaktadır.  Üretim ve yeniden üretim döngüsü içerisinde işçi sadece işliklerde, üretim içerisinde işçi değildir. Aynı zamanda; ertesi gün tekrar üretimde bulunabilmesi için tüketmesi gereken her türlü ihtiyacın karşılandığı mekanlarda ve zamanlarda da işçidir. Bu nedenle işçi sağlığı ve güvenliği sorunu fabrika ve atölyelere sıkıştırılamayacak kadar geniş bir perspektife ve yine toplumsallığa sahiptir

İş kazalarının meydana gelmesinde, işçilerin yoksul, güvencesiz ve örgütsüz olmaları neticesinde; işyerlerini, işverenlerin sınırsız tahakküm alanı haline getiren politikalar belirleyici olmuştur.

İşçi sağlığı ve güvenliği meselesine gerektiği kadar değer verilmemesi ve her geçen gün daha da değersizleştirilmesi; sadece işyerlerindeki   eksik/hatalı olan güvenlik ve sağlık sorunu gibi teknik eksikliklerin ötesinde   kabul edilemez. Sınıfsal ve toplumsal risklere ve olumsuz sonuçlarına davetiye çıkarmaktadır. Yani işçi sağlığı ve güvenliği alanında teknikmiş gibi görünen sorunların tespitinde bilimsellik bir değerken, sorunların çözümünde politik yaklaşımın ise kaçınılmaz olduğu da bir başka değerdir ve bu nedenledir ki; bilimsel-politik bir yaklaşımla alana sahip çıkmak tek yolumuzdur.

 

Bu tür olayların bir kez daha yaşanmaması için yapılması gereken, alınması gereken, taraflar bazındaki önlemler neler olabilir?

Ülkemizde uygulanmakta olan neoliberal ekonomi politikalar yani düzenin kendisi işçi kazalarının başlıca nedenidir. Bugün için hemen, ha deyince, istediğimiz bir sistemi-toplumsal düzeni kuramadığımıza göre yani sistem bütünüyle değiştirilmesi gerektiğini en başta belirteyim; Sistem bütünüyle değiştirilmezse bile bütün işyerlerinde, işçi sağlığı ve güvenliği ile ilgili alınması gereken bütün önlemler alınmalı ve gerçek anlamda hayata geçirilmelidir.

Burada kılavuzumuz “geleceği tanımlamadan bugünden yarına” değil, arzu ettiğimiz bir sisteme giden yolda ve arzu ettiğimiz, ulaşmak istediğimiz bir noktaya kazığı çakarak oradan bugüne bir kılavuz hat çekerek bugünden yarına yol alabilmektir.

Yıllardır uygulamaya konulan özelleştirme, taşeronlaştırma, rodövans, örgütsüzleştirme, sendikasızlaştırma, köleci çalışma sistemi vs... özcesi; emek sömürüsünün de ötesinde bir emek yağmasının uygulamaya konulması sonucunda; kamu madenciliğinin yok edilmesi ve kamu kurumlarında uzun yıllar sonucu elde edilmiş olan madencilik bilgi ve deneyimin birikiminin dağıtılması  gerçekleşirken neoliberal politikaların yanlışlığı daha da ortaya çıkmıştır. Taşeron ve güvencesiz üretim sistemi tamamen yasaklanmalı, işçi sağlığı ve güvenliği hizmetleri bir maliyet unsuru olarak görülmekten vazgeçilmeli, ayrıca ciddi denetim getirilmelidir.

Ucuz işgücü ve ucuz maliyete dayalı esnek, güvencesiz çalışmanın artması, özelleştirme, sendikasızlaştırma, taşeronlaştırmanın yaygınlaşması, denetimlerin yetersizliği ve/veya yokluğunun giderilmediği; meslek birliklerinin, sendikalar ve üniversitelerin görüşleri kamu ve özel sektörce gözetilmediği müddetçe ne yazık ki benzeri olaylar sürecektir.

İşçi sağlığı ve güvenliği alanında mevcut sistemi analiz eden, yetersizliğini gören ve çalışanlar lehine zorlayarak yol alabilmek için, alanın hem öznesi ve hem de nesnesi olan işçilerle ve işçilerin örgütleriyle birlikte; işten kaynaklanan ya da işle bağlantılı olarak meydana gelen kazaları, hastalıkları ya da sağlıkla ilgili diğer sorunları önlemeye dönük ulusal düzeyde sistematik bir politikanın yaşama geçirilmesi zorunludur. Tehlike ve riskleri yok etmeye sarf edecek bu yaklaşım, kaza ve hastalıkların neden olduğu yıkımları azaltacak, iş ile ilgili ortam ve koşulları bir nebze dahi olsa iyileştirecektir. Dolayısıyla birleşik ve tutarlı bir strateji, hem ülke açısından maddi ve ahlaki, hem de uluslararası düzeyde ciddi olumluluklar yaratacaktır.

İşçileri ölümden ve meslek hastalıklarından koruyamayan, işçi sağlığı alanını taşeronlaştıran, işçi sağlığı hizmetlerini niteliksizleştiren ve işyeri hekimlerini en ağır koşullarda çalışmaya mahkûm eden bu düzenin değişmesi gerekir.

6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasasının hazırlanış sürecinde işçi sağlığı ile ilgili bütünlüklü-temel bir yasa hazırlandığı ve bu yasa ile iş kazalarının en aza indirileceği iddia ediliyordu. Yaşanan kazalar Yasa’nın gerekli önlemlerin alınmasını sağlayamadığı gibi, alınması gereken önlemlerin denetlenmesini de sağlamaktan uzak olduğunu gösteriyor. İşçi sağlığı ve iş güvenliği politikalarının piyasanın acımasız koşullarına terk edildiğini biliyoruz. İş güvenliği mühendisliği ve işyeri hekimliği uygulamaları daha yerleşmeden geriletilmiş, mevzuat tüm yargı kararlarına karşın piyasa ihtiyaçlarına göre düzenlenmiştir.

6331 sayılı “İş Sağlığı ve Güvenliği” Kanunu, bu alandaki yetersizliği yine piyasa kurallarıyla çözmek için hazırlanmış, hekimleri, mühendisleri ağır sorumluluk altında tutarken, güvencesiz kılıp, işveren karşısında fiilen yaptırım gücünü olanaksız hale getirmiştir.

 

6331 sayılı Kanun'un 13. Maddesi işçiye “Çalışmaktan kaçınma hakkı” tanımlanıyor. Bu hak sizce kullanılabiliyor mu? Pratikte işçinin 13. Maddede ki hakkını kullanabilme imkânı var mıdır?

İşçilerin karşılaştıkları veya karşılaşacakları ciddi ve yakın tehlikelerden dolayı 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu'nun 13. Maddesinde “Çalışmaktan Kaçınma Hakkı” belirtiliyor. 

6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun işçilere sağladığı en önemli haklar arasında kuşkusuz çalışmaktan kaçınma hakkı. Çalışmaktan kaçınma hakkı iş kazasına neden olabilecek bir durumun ortaya çıkması halinde çalışanlara gerekli tedbirler alınıncaya kadar kendi güvenliklerini sağlama olanağı vermektedir. Ancak ne yazık ki ülkemizde işçilerin bu hakkı kullanması neredeyse mümkün değil. Bu hakkını kullandığı zaman başka büyük bir olasılıkla iş akitlerine son verilecektir.

Kanunun 13. maddeleri aslında çok açık. 

(1) Ciddi ve yakın tehlike ile karşı karşıya kalan çalışanlar, kurula, kurulun bulunmadığı işyerlerinde ise işverene başvurarak durumun tespit edilmesini ve gerekli tedbirlerin alınmasına karar verilmesini talep edebilir. Kurul acilen toplanarak, işveren ise derhâl kararını verir ve durumu tutanakla tespit eder. Karar, çalışana ve çalışan temsilcisine yazılı olarak bildirilir.

(2) Kurul veya işverenin çalışanın talebi yönünde karar vermesi hâlinde çalışan, gerekli tedbirler alınıncaya kadar çalışmaktan kaçınabilir. Çalışanların çalışmaktan kaçındığı dönemdeki ücreti ile kanunlardan ve iş sözleşmesinden doğan diğer hakları saklıdır.

(3) Çalışanlar ciddi ve yakın tehlikenin önlenemez olduğu durumlarda birinci fıkradaki usule uymak zorunda olmaksızın işyerini veya tehlikeli bölgeyi terk ederek belirlenen güvenli yere gider. Çalışanların bu hareketlerinden dolayı hakları kısıtlanamaz.

(4) İş sözleşmesiyle çalışanlar, talep etmelerine rağmen gerekli tedbirlerin alınmadığı durumlarda, tâbi oldukları kanun hükümlerine göre iş sözleşmelerini feshedebilir.  Toplu sözleşme veya toplu iş sözleşmesi ile çalışan kamu personeli, bu maddeye göre çalışmadığı dönemde fiilen çalışmış sayılır.

(5) Bu Kanunun 25 inci maddesine göre işyerinde işin durdurulması hâlinde, bu madde hükümleri uygulanmaz.

Yani, bir yandan işçiye yakın tehlikeyi gördüğün zaman işi bırakabilirsin diyor, diğer yandan bırakabilmen için bildirim yapıp karar alınmasını, tutanak tutulmasını, sana alınacak kararın yazılı olarak bildirilmesini beklemen gerekir veya işsiz kalabilirsin deniliyor. Bu süre içerisinde de bir ölüm tehlikesiyle yüz yüze kaldığında kaçabilirsin demeye getiriyor. Zaten ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kaldığında yapılabilecek başka bir şey varmış gibi. ‘’Çalışmaktan kaçınma hakkı’’ maddesi, bürokratik işlemler içerisinde kendisini reddeden bir madde haline dönüşüyor.

6331 sayılı yasada da gördüğümüz gibi; burjuva hukuku karşısında yazılı metinlerde “eşit” olmak işçileri işveren ile eşitlemiyor.

Bu nedenledir ki; işçi sağlığı ve güvenliği mücadelesi eşit olmayan sınıflar arası bir mücadeledir. Ve bizler bu sınıf ayrımı, ortadan kalkıncaya kadar işçi sağlığı ve güvenliği alanında birikmiş olan sorunları sınıfsal perspektifle analiz edip mücadelemize devam edeceğiz.

Çünkü biliyoruz ki; son derece teknik bir alanmış gibi görünen işçi sağlığı ve güvenliği alanı mesleki-teknik angajmanın perdelemesine sığmayacak kadar da ekonomi-politiktir.

*Ankara Üniversitesi Gazetecilik Bölümü 3. sınıf öğrencisi Sinan Doğan'ın  Dr. Metehan Akbulut ile yaptığı röportaj 

 

 

  • İzlenme: 703