Skip to main content

CHP'nin Reddi Mirası, Orhan Akbulut Kitabı

SUNUŞ

2020 yılı içerisinde tamamladığım “Kürt Mehmet, Malatya’da Devrimci Mücadele” kitabından sonra dayım Orhan Akbulut[1] telefonla arayarak yaşamını anlatan bir kitap çalışması yapmamı istedi. Tereddüt geçirmem üzerine net bir ifade ile “Hayatımı yazmanı istiyorum. Dayın olarak buna hakkım var…” dediğinde itiraz etme ihtimalim kalmamıştı. Kısacası bu çalışmaya “vefa" duygusuyla başladım. 

Dayım Orhan Akbulut

Yaşamı boyunca ülkesini ve halkını önceleyen; çevresini, dostlarını, arkadaşlarını düşünen; devamlı başkalarının yardımına koşan, onlara destek olan bir insan…  Bitmez tükenmez çalışma ve üretme azmi, yorulmaz bir beden.

Büyük küçük etrafındaki kişilere daima saygı ve sevgi ile yaklaşır, onları anlamaya çalışır. Onunla ilgili az sayıdaki anılarımdan biri bu yönüyle ilgilidir. 1979 ya da 1980 yılıydı. Ben ve kuzenim Erdoğan Kiriş, Sivas’taki evimizde Orhan dayımla hararetli bir tartışmaya girmiştik. CHP’yi ve kendisini kıyasıya eleştiriyorduk! Bizi hayretle, şaşkın bir ifadeyle fakat büyük bir sabırla dinlemişti. Eleştirilerimizin sonrasında ise CHP’nin siyasi tutumunu anlamamızı sağlamaya çalışmıştı. Bu olay yaşandığında kendisi bir milletvekili, biz ise 13-14 yaşlarında iki çocuktuk. O olayı sonrasında değerlendirdiğimde anlayışı ve hoşgörüsünün yanı sıra, geleceğin şekillenmesinde, gençlerin önemini bildiği için bize ayrı bir özen gösterdiğini düşünüyorum.

Orhan dayım son derece nazik bir şahsiyet. Hatta kimi zaman bu nezaketinin gereğinden fazla olduğunu söyleyebilirim. Örneğin, kendisini sürgünlere gönderen hatta memuriyetten uzaklaşmasına neden olan Korkut Özal’ı, bugün bile “Sayın” demeden anmaz. Bu özelliğinin aşırıya kaçtığını düşünerek kısmen kırpsam da tüm kitap boyunca izlerini fark edeceksiniz, göreceksiniz.

Çevresindeki insanların eksikliklerine, hatalarına olgunluk ile yaklaşan, empati kuran bir yönü vardır.  Bu eksiklikleri, zaafları asla kişilere karşı kullanmayı düşünmez.  İnsanları kaybetmeyi değil, kazanmayı esas alan tutumu, her zaman ağır basar.

Çocukluğumda aile ve yakın çevremizde yükseköğrenim görmüş kişi pek azdı hatta yoktu. Aile büyüklerimiz, Orhan dayımın ziraat yüksek mühendisi olmasından övgüyle bahseder ve ona ayrı bir saygı duyarlardı. Biz çocuklar, yakından tanımasak da Ankara’daki ‘’ziraat yüksek mühendisi’’ dayımızdan arkadaşlarımıza kıvançla bahsederdik. Onun yüksek tahsil yapmış olması, o zamanlar ailemizdeki pek çok gence örnek teşkil etmiş ve yolunu açmıştır.

Orhan dayımla aynı şehirde hiç yaşamadık. Birlikte zaman geçirdiğimiz günler ve anılarımız son derece az. Çocukluk günlerimizde, Deliilyas’a ya da Sivas’a çok sık geldiğini hatırlamıyorum. Kendisiyle çok fazla görüşemezdik fakat hep yanımızda olduğunu hisseder ve telefonun öteki ucundan bize karşılık vereceğini bilirdik. Tüm Türkiye’de olduğu gibi Sivas’ta da o vakitler yerel şebekelerdeki ciddi kısıtlılık nedeni ile evlerde telefon bulunmazdı.  Orhan dayım milletvekili kontenjanından Sivas’taki evimize telefon bağlatmıştı. Böylece Sivas’taki ailesi ve memleketlilerine kendisiyle daha fazla irtibat kurma olanağı sağlamış oldu. Bu sayede, santral memurlarının şehirlerarası hat bağlantısı kurması saatler sürse bile, başı sıkışık biri olduğunda, onu aramamız gerektiğinde, telefonun öteki ucundan bize karşılık vereceğini bilirdik.

1977 genel seçimleri öncesi, aile içerisinde, milletvekili aday adayı olacağı konuşulmaya başlanmıştı. Bir süre sonra adaylığı kesinleşince ailede ve çevrede büyük bir sevinç yaşandı. Seçim gezisi için köyümüz Deliilyas’a gelecekleri vakit halk büyük heyecan ile beklemiş, köy meydanında kurulan kürsüde yapılan konuşmalar coşkuyla karşılanmıştı. ’’Havada bir barış güvercini uçuyordu.” Milletvekili seçildiğinde ise etrafımızda tam bir bayram havası esti.

Önseçim ve daha sonra seçim sürecinde Nalbantlarbaşı’ndaki (Örtülüpınar Mahallesi) evimiz, dayımın seçim ofisi gibiydi. Çok idrak edemiyor olsam da kulislerin kulak misafiri, pazarlıkların tanığı oldum. Seçim döneminde Afyon Sokak’ta bulunan Sivas CHP il binasına babamın beni sık sık götürdüğünü de hatırlıyorum.

Kitabın Öyküsü

Kitabı yazarken zor bir süreçten geçtik. En büyük zorluk ayrı kentlerde yaşıyor olmamız ve covid-19 salgın koşulları nedeniyle bir araya gelemememizdi. Yüz yüze çok az görüşebildik. Söyleşilerimizin hemen hemen tamamına yakınını telefon ile veya internet üzerinden görüntülü gerçekleştirmek zorunda kaldık. Aynı nedenlerle dönemin tanıkları ile yüz yüze görüşebilme olanağı da çok bulamadım. Diğer bir dezavantaj, döneme dair hayatta çok az kişinin kalmasıydı. Dolayısı ile kimi olayları teyit ettirebilme olanağını çok az yakaladım. Bu yönüyle bir hayli zor çalışma oldu diyebiliriz.

Söyleşimizin başlangıcındaki önemli sorunlardan biri de CHP hakkındaki bilgimin yüzeysel ve sınırlı olmasıydı. Neleri konuşmamız, hangi soruları sormam gerektiği konusunda zorluk yaşadım. CHP üzerine araştırmaya ve ulaşabildiğim ne varsa okumaya başlamamla birlikte söyleşide biraz daha hızlı ilerleyebildik.

Bu söyleşide sadece sorunlar değil avantajlarım da vardı. Orhan Akbulut’un gençlik yıllarından başlayarak yer aldığı örgütlerin çıkardığı yayınlara kolaylıkla ulaşabildim. Örneğin, Ziraat Mühendisleri Odası’nın (ZMO) çıkarmış olduğu kitaplardan, çalışma raporlarından çok yararlandım. CHP tarihi ile ilgili kitap ve belgelerin varlığı da işimi büyük ölçüde kolaylaştırdı. Nutuk, CHP Tarihi ve CHP’nin Yeniden Açılış Öyküsü kitaplarından çok yararlandım.[2]

En önemli rahatlığım ise deyim yerindeyse, sırtımda yumurta küfesinin olmayışıydı. Ne de olsa CHP’nin dışında birisiydim!

Daha söyleşinin başlangıcında, Orhan dayım ile farklı düşündüğümüz şeyler üzerinde konuşmama ve polemiğe girmeme konusunda anlaştık. Dolayısıyla bu alanlara hemen hiç girmedik ve bu nedenlerle tartışmadık. Zira siyasal olarak dünyaya hiçbir zaman aynı pencereden bakmamıştık. Çocukluğumdan itibaren kendimi devrimci, sosyalist olarak tanımlıyorum ve sınıf mücadelesine inanan biriyim. Dayım ise bana göre her zaman -insan yönü bir tarafa- “nihayetinde bir CHP’liydi.”

Yaşamın bir akışı var. Yaşananlar, zaman ve mekândan da bağımsız değil. Mekân, zaman bütünselliği içinde yaşam sürüyor.

Kitabın İçeriği

Orhan Akbulut ilk başlarda çalışmanın, sadece biyografi ve kimi olayların anlatılması ile sınırlı kalması konusunda ısrarcıydı. Sürece, kişilere dair olumsuz düşüncelerini dile getirmekten hep kaçındı. Yapılan eksikliklere ve hatalara hiç girmek istemedi. Israrlarım ve tuzak sorularımla yavaş yavaş eleştirilerini anlatmaya başladı. Anılarını anlatırken bir yandan da (çoğu kez o anıların siyasetle iç içe geçmiş olmasını fark etmeden) düşüncelerini aktarmaya başladı. Başlangıçta sadece Orhan Akbulut’un biyografisi olarak düşündüğümüz kitap kaçınılmaz olarak CHP’nin dünü, bugünü, geleceği üzerine düşünce ve görüşlerin de dile getirildiği bir çalışmaya dönüştü.

Uzun süren siyasi yaşamı boyunca pek çok olaya tanıklık etmişti ve pek çok kişiyi tanıyordu. Ancak kitapta yer alanlar, bildiklerinin ve anlatabileceklerinin çok az bir kısmını kapsamakta. Çok ısrar etmeme rağmen, anlatabileceği birçok olayı hiç anlatmadı. Neden diye sorduğumda, her defasında “Bende kalsın, ısrar etme!” diye yanıtladı. Anlattığı kimi olayların yazılmasını ise hiç istemedi.

Söyleşilerimiz ve araştırmalarım sırasında yaşamında kimi noktalarda belirsizlikler olduğunu fark ettim. Bu belirsizlikleri kitabı okuduğunuzda göreceksiniz. Birkaç kez sormama rağmen net yanıtlar vermedi. Belirsizlikler konusunda tam olarak aydınlandığımı ya da ikna olduğumu söyleyemeyeceğim.

Kolektif Bir Çalışma ve Teşekkür

Bu kitap da diğer kitap (Kürt Mehmet) gibi kolektif bir çalışmanın ürünü olarak ortaya çıktı. Çok insanın katkısı, emeği var.  Verdikleri bilgi ve belgelerle, yaptıkları düzeltme ve önerilerle ciddi katkılar sundular. Onca insanın adını sayamıyorum, ancak anmadan geçemeyeceklerim var. Her birinin çalışmada az ya da çok katkısı oldu. Ahmet Özbek, Batur Karasu, Beyhan Akbulut, Burhan Akbulut, Erdoğan Kiriş, Erol Tuncer, Feyza Mehtap Akbulut, Haluk Başçıl, Hasan Turhan Erdemli, İbrahim Fazıl Demirci, Kâmil Tekin, Mehmet Ali Yılmaz, Meral Bilgili Kiriş, Mutlu Arslan, Osman Çelik, Özden Güngör, Raşit Araz, Sefa Seyitoğlu, Selda Sevtap Akbulut Demirci, Yılmaz Eren… Hepsine müteşekkirim.

Onlar olmasa bu kitap olmazdı diyeceklerim; Faruk Demirel, Nesrin Akbulut, Oğuz Erarslan ve hayat arkadaşım Ayşen Öz Akbulut’a ise tekrar tekrar teşekkür ediyorum.

Son Söz Yerine

Yaşamın bir akışı var. Yaşananlar, zaman ve mekândan da bağımsız değil. Mekân, zaman bütünselliği içinde yaşam sürüyor. Mekân derken sadece coğrafi bir alanı kastetmiyorum. Coğrafi alanla birlikte içindeki insanları, toplumu ve devleti de kendi macerası ile birlikte ele almak gerekiyor. Dolayısıyla mekân ile birlikte organik bağlantı içerisinde zamanın akışına uygun bir pratik zaten üretilmekte. Bu anlamıyla mekân, aynı zamanda tarihsel bir mücadele ve pratik demek… 

Bir tarih kitabı yazmadığımızı vurgulamak isterim. Bugünden yola çıkarak, günümüz ile gelecek bağlantısı içinde tarihsel yolculuk yaptık. Ülkemizdeki bu yolculukta dönemeçlerden birisi; İkinci Dünya Savaşı’yla beraber, genç cumhuriyetin ABD’nin kanatları altına sokulmasıdır. Türkiye bu süreç içerisinde olabildiğince bağımsız bir ekonomik yapıdan uzaklaşarak bağımlı montaj sanayiye ve buna uygun olarak da sosyal - kültürel dönüşümden geçti. Siyaset ise bu zeminde üretildi. Bu sınırların içinde davranan CHP açısından sorun tam da buradan kaynaklanıyor. CHP, kendisinin hapsedilmek istendiği ilk çizgiden öteye geçerek kendisine çizilen sınırları aşmıştı. Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünden sonra CHP, hep uluslararası düzenin Türkiye’ye getirdiği sınırlar içerisinde kaldı. CHP’nin açmazı, bugün de o noktadan devam etmektedir. Bu politik açmaz, gün geçtikçe CHP ile halk arasındaki mesafeyi açarak, CHP’yi halka umut vermekten uzaklaştırmıştır.

Bu yolculuktaki diğer bir dönemeç ise 12 Eylül 1980 faşist darbesidir. 12 Eylül’e sadece askeri darbe olarak bakmamak gerekir. 12 Eylül, uzun erimli bir toplumsal mühendislik projesidir ve ulus üstü şirketlerin küreselleşme ve neo-liberal politikaları doğrultusunda gerçekleştirilmiştir. Ekonomik ayağında neoliberalizm, siyasal ve toplumsal ayağında ise halkın sol değerlerden uzaklaştırılarak iyice sağcılaştırılması vardır.

Her iki dönemde de köylerden kentlere doğru büyük göçler oldu. Ancak ikinci dönemdeki göç çok daha güçlü ve yaygındı. Özellikle, kırsal alanda tarımsal üretimde yaşanan yeniden yapılanma, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun küçük üreticileri ve çiftçilerini derinden etkiledi. Bu kesimi, karınlarını doyurabilmek ve daha iyi bir yaşam sürmek amacıyla büyük şehirlere göç etmek durumunda bıraktı. Kırsal alan ve kentler büyük alt üst oluşlar yaşadı. Bu durum toplumda büyük bir kargaşaya yol açtı. Bu kargaşa içinde CHP, küreselleşme kıskacı ile kendi geçmişi arasına sıkıştı. Antiemperyalist ulusal bağımsızlık savaşı veren öncü kadronun hareketi olmaktan uzaklaşarak, onlarla uzlaşan, devleti kutsayan, sadece parti kurmaylarının zihinlerinde var olan bir sosyal demokrasiye sarıldı.

Bu kitap, Orhan Akbulut’u anlatırken onun kişisel tarihi ile iç içe geçmiş CHP’yi de anlatıyor.

CHP, emperyalizme karşı verilen Ulusal Kurtuluş Savaşı ile kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti’nin, kurucu partisi… Ulusal bir kurtuluş örgütü olarak doğan CHP’nin yüzyıllık birikim ve deneyim zenginliği var. Bu birikimin tarihsel köklerinde ise artık CHP’nin de neredeyse bir kenara bıraktığı bağımsızlık, aydınlanma ve laiklik başta olmak üzere devrimcilik, devletçilik, halkçılık gibi evrensel değerler bulunmakta. Bugünse CHP'nin elinde sağcı-şoven bir milliyetçilik ve her yanından kemirilmiş bir cumhuriyetçilik kalmış görünüyor.

Bazı liberallerin ileri sürdüklerinin aksine, hem 1920-1930’ların CHP’si hem de 1960-70’lerin CHP’si 12 Eylül sonrasında ortaya çıkan sosyal demokrat partilere göre daha halkçı ve cumhuriyetçiydiler. CHP’nin özellikle 70’lerde girdiği bu yol kuşkusuz ki yükselen devrimci toplumsal mücadeleden de bağımsız değildi. CHP, yükselen devrimci toplumsal uyanış hareketinin ve onun ilerici, devrimci düşüncelerinin etkisiyle birlikte böyle bir yönelim içine girdi. Ekonomi alanında da planlamacı ve (kamucu) devletçiydiler. Gerçek CHP’lilerin bugün de üzerinde duracakları, asıl geliştirecekleri kavramlar bunlar olmalı, buralardan hareket ederek günceli yakalayan fikirler geliştirmeleri gerekir. Emperyalizmin 21. yy’da gütmeyi tasarladığı siyasa için ortaya attığı kavramlarla düşünmek yerine kendi öz kaynaklarına dayanarak düşünce üretmeleri halk tarafından daha çok kabul görmelerini sağlayacaktır. Ülke ve halk için, liberal düşüncelere göre daha doğru ve geçerli olan da budur. Yeni bir şey yapacağını sanarak kendi özünden- kökünden, bilincinden kopanlar ancak emperyalizmin ve içerideki uzantılarının oyuncağı olurlar.

“Evrensel sol değerlerin ve onlarla çelişmeyen Cumhuriyet değerlerinin” üstüne bir gelecek kurmayı düşünüyorsak, önce, Türkiye üzerinde ekonomik, siyasi, askeri ve ideolojik hegemonya kurmuş olan yeni tip müstevlilere karşı İstiklal-i tam şiarıyla karşı durmamız gerekiyor. İlericilik ve aydınlanma taraftarlarının, demokratların ve devrimci-sosyalistlerin birlikte mücadelelerini sağlayacak en temel kavram emperyalizme karşı verilecek tam bağımsızlık mücadelesidir. Demokrasi, özgürlük ve bunlarla birlikte kesintisiz olarak ulaşılacak eşitlik, Bağımsız Türkiye’nin gerçekleştirilmesiyle birlikte ele alınacak sorunlardır. Tam bağımsızlık sağlanmadan ne demokrasi olur ne özgürlük ne de eşitlik…

Siyasal tarihimizi, ülkemizdeki gelişmelerin pek çoğunu anlayabilmek için bir siyasal parti olarak CHP’nin (sahip çıktığı ve bıraktığı miras kabul edilsin ya da edilmesin) kuruluşundan başlayarak gelişim sürecinden hepimizin ve bugün CHP’yi yönetenlerin de öğreneceği çok şey var.

Çünkü CHP’nin tarihi ülke tarihi aynı zamanda!

Dr. Metehan Akbulut

Antalya Eylül 2021

 

[1] Annem Durduhan ile babam Şemsettin kardeş çocukları olduğu için soy isimlerimiz dayım ile aynı.

[2]*Nutuk, Mustafa Kemal Atatürk’ün 1919’dan 1927'ye dek kendisinin ve silah arkadaşlarının faaliyetlerini özetlediği konuşması.

*CHP Tarihi, Hikmet Bila

*CHP’nin Yeniden Açılış Öyküsü, Erol Tuncer

güncel

  • İzlenme: 511