Skip to main content

“Kürt Mehmet“ Kitabına İlişkin-Yasin Ketenoğlu

Kürt Mehmed‘in kitap hazırlığını Metehan‘dan ve kendisinden öğrenmiştim. Yaşanılan sürece ilişkin Mehmed‘in de düşüncelerini yazıya dökmesini istiyordum. Kürt Mehmed‘in benim yaşamımda önemli bir yeri ve daha ötesi bende emeği vardır. Bu nedenle kararını ve çalışmalarını sevinçle karşıladım. Nihayetinde yoğun bir emeğin ürünü olan çalışmalar meyvesini vermiş bulunuyor. Kitap bana biraz geç ulaştı. Aslında sevgili Mete hemen imzalayıp göndermişti ama herhalde pandemi nedeniyle bana ulaşması üç haftadan fazla bir zaman aldı.

Öncelikle kitap kapak düzeniyle, baskıda iri punto kullanılmasıyla (malum hepimiz yaşlandık, küçük puntolu yazıları zor okuyoruz), resimlerle, dergilerden aktarmalarla, etkili bir editörlükle oldukça başarılı olmuş. Bu açıdan emeği geçenleri tebrik ederim. Mete sanırım bu emeği verenlerin başında geliyor. Ayrıca söyleşiyi yürütürken de oldukça güzel sorular sormuş. Bunu yaparken hem olaylara hem de süreçlere oldukça vakıf olduğunu, kronolojiyi gözden kaçırmadan, ayrıntılara boğulmadan, akıcı bir dille ortaya koymuş. Mete‘yi kutlarım. Umarım bu türden çalışmalarını sürdürür.

Söyleşiyi yürüten, kitabı hazırlayan Mete‘ye bir de küçük eleştirim var. Çalışmayı başarılı yürütmüş ancak bir noktada sıkıntıya girmiş: konuya ilişkin daha önce yayınlanmış kitapların varlığı... Bu kitaplar Mete‘nin ve Mehmed‘in işini hem kolaylaştırmış hem zorlaştırmış. Kolaylaştırmış, çünkü o kitaplarda geçen olgulara ilişkin Kürt Mehmed‘in görüşlerini almak kolay olmuş. Ama bu da Mehmed‘i kitapta kendini savunma durumuna itmiş. Şu bunu dedi, o bunu dedi mevzuları, asıl konuyu yavanlaştırmış. Bu durumda Mehmed‘in Malatya‘da yürüttüğü devrimci mücadelenin, yerel etkinliklerin özgünlüğünü doğaçlama anlatmasını ve yerel olgulara derinlemesine girilmesini sınırlamış. Keşke Mehmed‘le rahat, savunma psikolojisinden uzak, Devrimci Hareket ve mücadele bağlamında Malatya özgülüne ağırlık veren doğaçlama bir söyleşiyi kitabın omurgası haline getirseydi.

Esasa geçmeden önce son olarak okuyucular açısından bir noktaya değinmek isterim. Daha önce kendi söyleşimde de belirttiğim gibi okuyucu bu tür kitapları bir tarih çalışması olarak algılamamalıdır. Neticede bu tür çalışmalar, bir tarihsel sürece ilişkin de olsa, anıdırlar. Anılarda da insanlar esas olarak ister istemez çubuğu bir miktar kendilerine bükerler. Bu egonun doğal bir refleksidir. Hatırlamak istediklerini hatırlar ve de istedikleri gibi hatırlar. Bu egonun kendi penceresi, algılaması ve bir çeşit savunmasıdır. Bu doğal bir şeydir. Okurken bu subjektivitenin payını akılda tutmak gerekir. Bu durum bu tür çalışmaların değerine halel getirmez.

Gelelim esasa...

1- Malatya yöresinin taşıdığı devrimci potansiyelin önemine başka bir söyleşi kitabında değindiğim için burada tekrar etmeyeceğim. Ankara, İstanbul, İzmir gibi birkaç büyük kenti saymazsak, Malatya 12 Mart sonrasında THKP-C ardıllarının en etkili olduğu yörelerin başında gelir. Bu konuda Fatsa-Ordu yöresi de aynı özellikleri gösterir. Devrimci Yol hareketinin en etkili olduğu yöreler olmuştur bu bölgeler. Bu tesadüf müdür? Tabii ki değildir. Bu potansiyel önce THKP-C‘nin bir kazanımı, sonra da onun ardıllarının bu potansiyeli koruyup kollaması ve bu birikmiş suyu bir akarsuyla bütünleştirmesinin bir sonucudur. Malatya‘da bu işi hakkıyla başta Kürt Mehmed, Abuzer Karahan, Ali Demiralp ve arkadaşları yapmışlardır. Kitapta bu süreç anlatılıyor. Burada altı çizilmesi gereken nokta Kürt Mehmed ve arkadaşlarının bu emeği ve birikimi bir akarsuyla bütünleştirme çabasıdır. Bu önemli bir noktadır. Haddini bilmek kendini bilmektir. Kürt Mehmed kendisinin de ifade ettiği gibi, kendini bilen adamdır. Türkiye solunun önemli sıkıntılarından biri de buradan kaynaklanmıştır. Artık söylene söylene efsane haline gelen, o yıllarda 50-60 fraksiyonlu bir solun oluşmasının en önemli nedenlerinden biri budur. O dönemde Türkiye solunun, nispeten toy ve kadro derinliği nispeten zayıf olduğu tarihsel bir gerçekliktir. Bu çok önemli bir etkendir. Bu nedenle de aslında 5-6 örgüte indirilecek soldaki parçalanma bile normal değilken, 50-60 örgütün çıkması, bir yanıyla, ideolojik ayrılıklarla falan değil, egolarla, kendini bilmezlikle ve elbette bunu değerlendiren 'iyi saatte olsunların' müdahaleleriyle açıklanabilir. Bu durumun genelde devrimci mücadeleye ne kadar zarar verdiği ise açıktır. Nitekim Maraş, Eskişehir, Kocaeli, Turgutlu, Adana gibi bazı yörelerde biriken suları kendi adına akıtmaya çalışan, kendini bilmeyen egolar adına yazılı 'örgütler' boşuna çıkmamıştır. Bu durum göz önüne alındığında, Kürt Mehmed‘in kendini bilmesinin ne kadar önemli olduğu anlaşılır. Hepimizin kulağına küpe olması ve her zaman akılda tutulması gereken nokta budur. Kendini bilmek...

2- Yerel düzeydeki öncülerin bir akarsuyla bütünleşmesi tek başına sorunu çözmez. Nitekim Kürt Mehmed‘in anlatımında bunun izlerini yaygın olarak görüyoruz. Malatya‘ya müdahale vb. tartışmaların hepsi buna ilişkindi.[1]  Teferruatın bugün için bir anlamı yoktur. Önemli olan devrimci hareket için bu tür etkili yerel oluşumların ve yerel önderlerin çokluğunun ne kadar gerekli ve önemli olduğudur. Keşke bunlar daha çok olabilseydi. Burada da sorun devrimci hareketin örgütlenme ve merkezileşme sürecinde bu bölgelerin özgüllüğünü ve önemini ne ölçüde kavrayıp işlevsel bir örgütlenmeyi ne ölçüde hayata geçirdiği ve bölgenin özelliklerine ne ölçüde hassasiyet gösterildiğidir. Devrimci Yol hareketi maalesef bu konuda başarılı olamamıştır. Daha çok Ankara merkezli ve yüksek öğrenim mücadelesinin ön plana çıkardığı kadroların ana omurgasını oluşturduğu örgütlenme ve taşraya taşma politikası bir çok başarılı örnek sergilese de, kırsal bölgelerde, Fatsa-Ordu ve Malatya ve özgün deneyimlerin yaşandığı Amasya-Çeltek ve Artvin yöreleri dışında pek ete kemiğe bürünememiştir. Bu duruma müdahale etmesi gereken merkezi yapı da savunduğu stratejiye uygun yeterli işlevsel müdahalelerde bulunmamıştır.

Merkezileşme ve işlevsel kurumlaşma, basitçe bir hiyerarşi oluşturmaktan çok farklı bir olgudur. Oysa bizde merkezileşmek, kısmen becerikli ama aynı zamanda uyumlu bir hiyerarşi kurmak biçiminde yürümüştür. Bunun hayatta karşılığı olmadığını acı sonuçlarla yüzleşerek öğrendik. Anti-faşist mücadelede başarılı görülen bu yapılar, 12 Eylül‘le birlikte sürece denk düşmeyen yapılara dönüşmüş ve hızla tasfiye olmuşlardır. Ayakta kalan yapılar çok sınırlı da olsa işlevsellik, çok yönlülük, güçlü kitle bağları gibi özellikler taşıyan kırsal yapılar olmuş, bunlar da dikkat edilirse, gene ağırlıkla Malatya ve çevre iller ile Ordu-Fatsa kırsalında yer almıştır. Olaya bu cepheden bakıldığı zaman, Malatya‘daki yerel örgütlülüğün pek de başarısız olduğu söylenemez. Merkez adına neredeyse tek başına gelen Melih‘in bölgeden 1980 Mart‘ında ayrıldığı düşünülürse, 12 Eylül‘e beş kala gibi bir durum söz konusudur. Sonra gelenlerin 5-6 aylık bir zamanda çok büyük değişikler yapması istense de mümkün değildir. O nedenle başarı ve başarısızlık tartışması, müdahalenin olup olmadığı ya da yeterli olup olmadığı kadar anlamsızdır. Ancak 12 Eylül sonrası olağanüstü baskı koşullarında, yapayalnızlık içinde 4-5 yıl ayakta kalan bir gerilla çalışması yürütmek de başlı başına bir başarıdır. Kaldı ki bu çalışma da ağırlıkla gene 12 Eylül öncesi Malatya‘daki yerel örgütlülüğün ve yetişmiş kadroların yarattığı ilişkilerin üzerinde yükselmiştir. O nedenle de Malatya‘daki yerel örgütlenmenin başarısızlığı gibi değerlendirmelerin abartılı yaklaşımlar olduğu sorunun merkez ya da yerel ikileminden çok işlevsel, çok yönlü kurumların yaratılamamasında düğümlendiği anlaşılmaktadır. Başarıları, başarısızlıkları karşı karşıya getirmek anlamsızdır.

Devrimci Hareket elbette merkezileşmelidir. Ancak bu tür yerel yapıların varlığı büyük bir değerdir. Bunları merkezle işlevsel bir örgütlenmede kaynaştırmak, burada çıkan sorunları yönetmek ise liderlik sanatıdır. Devrimci Yol merkez yönetimi böyle gelişkin bir önderlik sergileyememiştir. Bu konu genel önderlik eksikliğinin bir parçası olarak algılanmalıdır. Kriz yönetmek de liderlik sanatının bir parçasıdır. Bir çok noktada Devrimci Yol yönetimi krizi, zorlukları ve “zor adamları“ yönetmekte başarılı olamamıştır. Bunu kimseyi suçlamak için değil, bir durum tesbiti olarak belirtiyorum.

Yerel düzeyde de Mehmet Tekin bazı eleştirilerini aktardığını kitapta belirtmektedir. Ancak bunun pek işe yaramadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda Mehmed‘in olayları biraz olağan seyrine bıraktığı anlaşılıyor. Bu da kabul edilebilir değil. Mehmed merkezdeki arkadaşlara karşı sözünü teklifsizce söyleyen çok nadir arkadaşlardan biridir, ki bu durum iyi bir şekilde değerlendirilirse örgütlenme için olumlu bir şeydir, önemli bir zenginliktir. Kendisinden eleştirilerinde diretmesi ve bölgede anti-faşist mücadeleden öte işlevsel örgütlenmeler yaratma konusunda daha etkili tutumlar alması beklenirdi. Mehmed‘in de bu konuda ısrarcı olmadığı ya da eleştirilerine karşın ne yapılması konusunda kendi kafasının da net olmadığı anlaşılıyor. Ondan ötesi bir savunma psikolojisi olarak algılanmalıdır.

3- Geçerken bu noktayla bağlantılı olduğu ve Mehmet Tekin de kitabında söz ettiği için Dev-Sol ayrılığına değinmek isterim. Dev-Sol ayrılığı da başlangıçta fazla ideolojik saiklere dayanan bir ayrılık değildir. Bir ego ve kendini bilme sorunudur. Bu ayrılık krizi, zorluğu ve zor adamları yönetmekte Devrimci Yol yönetiminin başarısızlık örneklerindendir. Belki bir takım karanlık güçlerin 12 Eylül‘e giderken devrimci hareketi parçalamak gibi hesap ve teşvikleri de devreye girmiş olabilir ama esas olarak Devrimci Yol yönetimi bu krizde başarılı bir liderlik örneği ortaya koyamamıştır. Mehmed Tekin‘in, ‘son bir toplantı yapılması‘ konusundaki itirazcı tutumu kayda değerdir. Biz o kadarını da yapamadık. Yapılan açıklamalarla yetindik. Kaldı ki, ben o dönemde merkezi düzeyde de Oğuz ve Nasuh‘un yaklaşımları dışında farklı bir ses çıktığını hiç duymadım. Bu noktada yerel önderlerin farklı bakışının ne derece yararlı ve gerekli olduğu açıktır. Mehmed Tekin 'Ankaralı' değildir. Bizden farklı bakmış ve farklı öneriler getirebilmiştir.       

4- Devrimci Hareket 12 Eylül öncesinde, kendi tercihi olmayan, kendisine dayatılan anti-faşist mücadelede son derece başarılı olmuştur. Bu gözden kaçırılmamalı ve asla küçümsenmemelidir. Bunu halkla, ezilenlerle bütünleşerek, kitleselleşerek ve meşruiyet sınırlarını zorlayarak haklı bir zeminde kalarak başarmıştır. 12 Eylül‘den sonra yaşanan yenilgi zaman zaman bu gerçekliğin üzerinin kapatılmasına ve sıradanlaştırılmasına yol açmaktadır. Bu doğru bir tutum değildir ve maalesef bugün de çok ihtiyacımız olacak bir deneyin, pratiğin unutulup gitmesine, hafızalardan silinmesine yola açmıştır. Birçok arkadaşımızın canı pahasına yaşanmış olan bu süreç o kadar da kolay yaşanmamıştır. Devrimciler, özel olarak da Devrimci Yol kadroları, militanları ülkenin bir çok yerinde dişiyle tırnağıyla güçlü bir devrimci potansiyel yaratmışlardır. 12 Eylül‘den sonra gözlerin Devrimci Yol‘a dönük olması ve beklentilerin büyüklüğü yaşanan yenilginin büyük bir hüsrana dönüşmesine yol açmıştır. İş işten geçtikten sonra, yani bugün artık hala hüsranın sorumlularını aramak, beklentilerin büyüklüğünün sonucudur. Ancak bu doğru bir psikoloji değildir. Böyle bir tartışmanın gelecek açısından fazla bir yararı da yoktur.

Sorumlu aramaktan çok nedenler, koşullar, önderlik yapılanması, önderliğin yeterliliği vb. gibi çok daha kapsamlı bir bakış açısıyla olaylara yaklaşmak doğru olur kanısındayım. Ondan ötesi spekülasyon olur, bir yararı da olmaz. En doğru değerlendirmeyi tarihsel süreçte geleceğin devrimci oluşumları yapacaktır. Ben yıllardır bilinçli olarak aktif politikanın dışında olan ve haddini yani kendini bilen bir insan olarak, “Ne yaşandıysa yaşanması gereken yaşanmıştır, bundan ötesi bizim değerlendirme ve yorumlarımızdır. İster istemez subjektivite içerir.“ diye düşünüyorum. Elbette benim değerlendirmelerim için de bu geçerlidir. Yine de yaşadıklarımızı tarihe not düşmekte yarar var. Bunu yaparken örgüt merkezli olmadan, bir devrimci olarak kırıp dökmeden, kimseye saygısızlık yapmamak gerekir. O nedenle, “Özellikle 12 Eylül öncesinde Devrimci Yol‘un ülke çapındaki başarılı mücadelesinin doğru değerlendirilmesi ve unutturulmaması gerekir.“ diye düşünüyorum. Malatya deneyi de bu konuda en fazla bilinmesi gereken deneylerden biridir. Kitapta bunlar çok güzel anlatılmış. Bir Hekimhan deneyimi başlı başına yeniden ve yeniden incelenmesi gereken bir deneyimdir. Diğer bir konu Hamido‘nun öldürülmesi üzerine yapılan belediye seçimlerine katılma deneyimidir. Seçimi kazandığı için Fikri Sönmez‘in Fatsa deneyimi haklı bir şöhrete ulaşmıştır. Malatya‘da seçim kazanılmadığı için yaşanan deney pek bilinmez. Oysa seçim deneyimi çok önemlidir.

Malatya o dönem Türkiye‘nin sayılı büyük kentlerinden biridir. Nüfusu 100 binin üzerindedir. Malatya ayrıca bir kontrgerilla merkezidir. Devrimciliğin çok zor yapılabildiği bir yerdir. Üstelik bir provokasyonla, kontrgerilla operasyonuyla öldürülen Hamido‘nun yerine yapılan seçime zamanın milliyetçi cephesi, yani AP-MHP-MSP koalisyonu tek adayla katılmıştır. CHP de son anda, bir anlamda devrimci adayın kazanmasını engellemek için seçime dahil olmuştur. Kitapta bu süreç anlatılmaktadır. Merkezi düzeyde hemen hiç katkı yapılmadan sadece yerel örgütlenmenin çabasıyla yürütülen kampanyada CHP‘den iki kat fazla oy alınmasına karşın seçim kaybedilmiştir. Kaybedildiği için de unutulup gitmiştir. Bu kadar önemli bir yerde yapılan seçime merkezden çok güçlü destek verilmemiş olması bir eksiklik değil midir? Bu durum bile Malatya konusunda merkezin doğu bir bilgilenme ve karara sahip olmadığını göstermektedir. Bu deneyim, devrimci hareketin 1980 öncesi çok bilinen Fatsa ve 14 oyla kaybedilen Tunceli deneyi bir yana bırakılırsa, nispeten büyük bir kentte yaşanan tek yerel seçim deneyimidir. Bugün acaba bu deneyimi kaç kişi hatırlıyor?

5- Son olarak, Mehmet Tekin‘in kendisi için çıkardığı bilançoya değinmek istiyorum. Doğrudur, benim kişisel değerlendirmem de Mehmet Tekin‘in “temiz kaldığı“ şeklindedir. Kitabındaki anlatımından da bu sonucu çıkarmak mümkündür. Malatya gibi kontrgerillanın her türlü örgütlülükle her türlü provokasyonları düzenlediği bir yörede devrimcilik yapmak oldukça zordur. Bu zor koşullar altında Alevi-Sünni, Kürt-Türk nüfusunun karışık yaşadığı bu coğrafyada kontrgerillanın her türlü provokasyonuyla baş etmek kolay değildir. Kürt Mehmed ve arkadaşları bu provokasyonları elbette yeterince göğüsleyememişlerdir ama en azından kontrgerillanın ekmeğine yağ sürecek hiç bir hataya düşmemişlerdir. Bu çok önemli bir noktadır. Ülke çapında ve kırsal kesimlerde örgütlü olup da geniş bir Sünni kesimi, hele Alevi nüfusla Sünni nüfusun içi çe yaşadığı yerlerde, örgütleyen bir iki sol hareketten birisidir Devrimci Yol. Bunun başarılmasında bu yörelerdeki devrimci öncülerin önemli katkısı vardır. Malatya bu yörelerin başında gelir. Malatya‘da 1960‘lı yıllardan itibaren düzenlenen kontrgerilla provokasyonlarını alt alta yazsak diğer yörelerde düzenlenen provokasyonlarla neredeyse başa baş gelir. Ege‘nin, Karadeniz‘in, Trakya‘nın, büyük kentlerin devrimcileri için bu tür provokasyon ve kalkışmaları anlamak yaşamadıkları için zordur. Bu tür provokasyonlarda Suriye‘de İŞİD‘in yaptıklarının düşük yoğunlukta olanları yaşanmıştır. Ama başta Malatya olmak üzere bu provokasyonlar devrimciler tarafından göğüslenmeye çalışılmış ve kısmen de başarılmıştır. Faşist güçler Maraş dışında o gün için istedikleri sonuçlara ulaşamamışlardır. O nedenle devrimcilerin ve bu arada inanç örgütlenmesine yönelmiş olan Alevi örgütlerinin bu deneylerden çıkaracağı ciddi dersler vardır. O tarihlerde Devrimci Yol merkezi ve yerel birimleri bu olguların bilincinde olmuş, tehlikeyi görmüş, elinden geldiğince oyunu bozmaya çalışmıştır. Çoğu sol grup, oynanan oyunu bile algılayamamıştır. Bugün Malatya‘nın hazin durumu ortadadır. 1970‘lerde pek başarılı olamasalar da bugünkü Malatya, Sivas, Tokat gibi illerin durumu uzun vadede kontrgerilla güçlerinin başarılı olduğunu ortaya koymaktadır. Bu tablodaki başarısızlık hepimizindir. Ama kirlenmek başka bir şeydir. Bu mücadelede Malatya‘daki arkadaşlar ve elbette Mehmed “temiz kaldım“ demekle haklıdır.

Temiz kalmak, bir diğer noktada devrimci mücadeleye, toplumda oluşan “devrimci kişi“ imgesine halel getirmemektir. Bu açıdan da Malatya içinden ya da dışından kimsenin Mehmed Tekin‘in devrimci kişi imgesine halel getirdiğini iddia edeceğini sanmıyorum. Ancak her devrimcinin süreç içerisinde yaptığı yanlışlar vardır. Kişiliğinden gelen uyumsuzlukları, sekterlikleri gibi bir çok kusuru söz konusudur. Ülkenin genel durumu, yetiştiğimiz koşullar kişiliğimizin oluşmasında önemli faktörlerdir. Bunlardan birisi de yerellik bilinci, bir çeşit “yerellik şovenizmi“diyebileceğimiz olgudur. Ayrıntısına girmeyeyim ama İstanbul‘da Malatya‘nın ve tüm ilçelerinin hatta köylerinin hala birçok derneği varsa sosyalleşmenin, kentleşmenin bizim kuşak için ne ölçüde eksik olduğu açıktır. O koşullarda yetişenlerin kişiliğinde bu olguların etkili olması kaçınılmazdır. Malatya‘da yetişen bizler ve doğal olarak Kürt Mehmed‘te de bunun izlerini görmek mümkündür. Otuz senedir Antalya‘da yaşar ama o öncelikle 'Malatyalıdır'. Bunu bir eleştiri olarak söylemiyorum. Bir durum tesbiti, ülkemizin sosyal durumu açısından da gördüğüm bir olgu olarak belirtiyorum. Sıradan vatandaşlarımız için anlaşılır olan bu durum, uzun yıllarını Devrimci mücadele içerisinde geçirmiş arkadaşlarımız açısından -üstelik artık yaşamadıkları bir coğrafyayı temsil eden- bu yerelcilik doğallaştırılamaz, bunun aşılmış olması gerekir. Bu durum ister istemez çeşitli olgulardaki karmaşayı da beraberinde getirir. Bunu doğma büyüme bir Egeli, bir Trakyalı ise zor anlar. 

Velhasıl Kürt Mehmed zor coğrafyanın, zor koşulların, “zor adam“ıdır. Onu eleştirmeden önce anlamakta yarar var. Kitabı da bu fırsatı veriyor. Bu olanağı yarattığı için Mehmed‘in ve Mete‘nin ellerine, dillerine sağlık.

[1] Malatya konusunda DY merkezince özel bir müdahale yapılıp yapılmadığı konusunda kitapta ismim geçtiği için bu notu yazma gereği duydum. Ben konuyu başka bir kitapta (Yüreğim Solmadan – Erdinç Obuz) dillendirmiştim.  Melih Pekdemir‘in DY yazı kurulunda bunaldığı, pratikten kopup verimsizleştiği, Malatya‘da da sorunlar olduğu, Melih‘in bölgeye yollanarak müdahale edilmesinin tartışıldığı ve benim Melih‘in gönderilmesine karşı çıktığım toplantıyı Oğuz abi hatırlamıyormuş. Kürt Mehmed de buna dayanarak Malatya‘nın DY merkezi tarafından bir sorun olarak algılanmadığı düşüncesini dile getirerek, böyle bir toplantının olduğuna inanmadığını söylemiş. Oğuz abinin hatırlamaması mümkündür. Olayların gelişimine tanıklık eden kişilerin söyleşileri ve olayların kitapta da değinilen gelişim seyri benim anlatımımı zaten doğrulamaktadır. Kürt Mehmedin  'inanmıyorum' ifadesi beni sıkıntıya soktuğu için bu notu düşme zorunluluğunu hissettim. Yoksa, inanmazlar ya da hatırlayamayabilirler. Bana göre takılıp kalınacak bir konu değil.

 

 

                   

 

  • İzlenme: 4884